Kötü Yapılanlar – İyi Yapılanlar
İlk talihsizlik imar planının yapılışında oldu. Her zaman bizi çıkmaza sokan ileri görüşlü olmayışımız bu konuda da başımıza dert oldu. Şehrin problemlerini baştan hesaplayamadık, sıkıştıkça çare arar olduk. Yeşilleri koruyamadık, yeni yeşil alanlar tahsis edemedik. Tam tersine mevcutları yok ettik. Yapılaşmada yoğunluğu düşünemedik, şehri tıkız ekmeğe benzettik. Tek katlı binalardaki komşu mesafesinin üçerden altı metre bırakırken, on katlı apartmanlarda da aynı ölçüyü uyguladık. Hem havayı işgal ettik, hem yeri işgal ettik. Halbuki yüksek binalardaki maksat yeri yani yeşil alanı işgal etmeyip, göğü işgal etmektir. Ama biz hem yeri işgal ettik, hem göğü. Bina yapılması doğru olmayan yerlere (bahçelere, falezlerin üstüne) ruhsat verdik. Şehrimizi mahvettik. Bugün düşünüyorum da Antalya’nın en tarihi, en turistik, an nostalji kokan caddesi Konyaaltı yokuşundan başlayıp, Konyaaltı Caddesi, Cumhuriyet Caddesi, Cumhuriyet Meydanı, Kalekapısı, Atatürk Caddesi, Fevzi Çakmak Caddesi, Eski Fener Yolu, Eski Rumkuş, Paşa Kavakları’ndan geçip Lara’ya varan güzergahtır. Bu güzergah denize en yakın mesafeden geçer, Antalya’nın en eski güzergahıdır. Bu güzergahın deniz tarafında kalan yerlere nasıl inşaat izni verildi? Antalya’ya en büyük zararı veren bu uygulama olmuştur. (Keşke elimiz kırılsaydı da bu izni vermeseydik.)
Şimdi sırası gelmişken bir anımı anlatayım… Antalya’yı nasıl kaybettiğimizi anlatayım. Sene 1950. Ben Antalya’da tek mimarım. Bir gün Sıtma Mücadele Başkanı rahmetli Elmalı’lı doktor Ferruh Niyazi Ayoğlu büroma geldi. “Oğlum Tarık, benim hastane üstünde 3 dönümlük bir arsam var. Burayı parsellemeyi istiyorum” dedi. Ben merak ettim. Bu arsa nerede dedim. Beraber gittik, bana arsayı gösterdi. Arsa, Konyaaltı Caddesi ile deniz arasında, şimdiki Sağlık Meslek Lisesi’nin (şu anda park) hemen yanında bugün benim oturduğum 8 katlı apartmanın üstünde olduğu arsa. Ben arsayı görünce “Doktor amca buraya inşaat yaptırılmaz” dedim. Doktor kızdı “Sana ne yahu, sen Nafıa Bakanı mısın? Sen parselle gerisine karışma” dedi. Doktor sevgi ve saygı duyduğum bir insandı. Ben nasıl olsa buraya inşaat yaptırmazlar diyerek, bu arsayı 5 parsele böldüm. Paftayı hazırladım, aklıma bir şey geldi. “Doktor dedim bu paftanın üzerine tek katlı bahçeli ev yapılacak diye bir not koyalım mı?” dedim itiraz etmedi. “Koy” dedi. Zaten o da deniz kenarındaki arsada tek katlı bir villa yapmayı düşünüyormuş. Doktor paftayı tasdik için Ankara’ya Nafıa Bakanlığı’na göndermiş. Ben bunun tastik olacağına hiç ihtimal vermiyordum. Aradan bir iki ay geçti, doktordan bir telefon “Tarık pafta tasdik oldu” demez mi, ben şaşırdım ve de telaşlandım. Çünkü bu 5 parselin cadde üzerindeki 1 no.lu parseli ben almak istiyordum. Bu isteğimi doktora telefonda söyledim. Doktor, “Oğlum evvelden niye söylemedin, ben o parseli Konuk’ların Nadire Hanım’a söz verdim” deyince ben hemen ahbabım olan Nadire Hanım’a telefon açıp, bu arsayı benim almak istediğimi, bu parselasyon planının tasdik olacağına hiç ihtimal vermediğim için doktora evvelden söylemedim dedim. Nadire Hanım’ın meşhur cevabı şöyleoldu, “Mescide lazım olan Camiye haram.” Konuklar zengindi, evleri de vardı sağolsun. Netice ben bu arsa üzerine tek katlı güzel bir ev yaptım. Doktora da tam denizin karşısındaki arsasına tek katlı bir villa yaptım. Ama olanlar oldu, bundan sonra “Ah bizim belediyeler, ah bizim hükümetler”. Beş sene sonra buraya dört kat izni verildi. On sene sonra sekiz kat izni verildi.
Benim bitişiğimdeki komşum Cihat Kırmızı, müteahhit Halim Ulaşır’la anlaşmış, tek katlı binasını yıkıp, sefertası gibi sekiz katlı bina yapacaklarmış. Benim tek katlı binam bu 8 katlı apartmanın önünde çok biçimsiz kalacak. Neticede iki arsayı birleştirdik ve şimdiki Sağlık Meslek Lisesi’nin yanındaki 8 Katlı Mehtap Apartmanını yaptım. (Antalya’ya yazık oldu.) Bu olayı daha yaygınlaştırın ve Antalya’nın neden bu duruma düştüğünü anlayın. Aynı olay Özel İdare Gökdeleninin karşısındaki denizi, Beydağlarını bir duvar gibi kapayan apartmanlarda da oldu. Netice olarak şunu söylemek istiyorum ki, şehirleri mahveden ne mimarlar ne mühendisler, ne Ahmetler ne de Mehmetler. Hükümetler, Belediyeler. Şimdi insanı üzen sade burası değil ki, Antalya’nın en tarihi en nostaljik caddesi Yenikapı Caddesi, yani şimdiki Atatürk Caddesi Antalya’nın en tipik, en güzel Rum ve Türk evleri bu cadde üzerindeydi. Nasıl oldu da bu evler yıkıldı, yerine apartmanlar yapıldı. Niye bahçeler kayboldu, niye Lara bandı mahvoldu. Bu caddelerdeki fayton arabalarına ne oldu? Niye Antalya İmar Planı Yarışması’nda arkadaşım, meslektaşım Turgut Cansever’in projesinde olduğu gibi bu Yenikapı, yani Sinan mahallesi olduğu gibi muhafaza edilmedi. Koca Antalya Platosunda yeni yerleşim alanı açacak yer mi yoktu. Yine de Allaha şükürler olsun Kaleiçi kurtuldu. Bütün bu üzücü olayların yanında Antalya’nın misafir odası olan Tophane Parkı’nın, Cumhuriyet Meydanı’nın kurtulmuş olması. Konyaaltı Plajı’nın üstündeki falezlerin üzerinde Pramit, (AKM) Fuar Alanı gibi ve de otogarın, toptancı halin şehrin merkezinden kaldırılıp, modern binalar yapmak suretiyle uygun yerlere nakledilmiş olması insanı teselli ediyor.
Panaromik Bir Şehirdir Antalya
Değişik Köşelerden, Değişik Görüntüler Veren
Panoramik Bir Şehirdir Antalya
Bence Önem Verilmelidir Bu Duruma
Bu Güzel Görüntüleri Kapatmayacak Şekilde
Yapılmalıdır Yapılar Da
Büyük Oteli Bunun İçin Yıktık
Konyaaltı Varyantının Üstüne
Krupp Firmasının Otel Yapmasına
Bunun İçin Mani Olduk
Şimdi Konyaaltında
Bir Estergon Kalesi İnşa Ediliyor
Manzarayı, Torosları Kapatırcasına
Fesuphanallah, Fesuphanallah
İşte Üzüntüm Ve İşte Hezeyanım (Diye)
Romalılar Kıyılara, Taş Kaleler Yapmışlar
Düşmanlar Girmesin Diye
Biz De Karşısına Beton Kaleler Diktik
Rüzgârlar Girmesin Diye
Dar Caddeler Küçük Meydanlar Yaptık
Trafik Sıkışsın Diye
Ağaçları Bir Bir Kestik
Şehir Bunalsın Diye
Kaleiçi’ni Korumaya Aldık
Tarih Kurtulsun Diye
Yok Artık
Ağaçların Yollara Taştığı
İki Yanından Çayların Aktığı
Bahçearası Yok Artık
Okuldan Kaçıp Sokaklarda Dolaştığım
Narlarından Çaldığım Şeker Kamışı Aldığım
Ağaçların Gölgesinde Ders Çalıştığım
Çimenlerine Uzanıp Yattığım
Arıklarında Islandığım
Bahçearası Yok Artık
Lisanlarına Alıştığım
Ene, Abu, Gari
Diye Konuştuğum
Antalyalım Yok Artık