Konyaaltı
1930’larda Konyaaltına karadan gitmek mümkün değildi. Parça kayaların ve çalıların içinde patika yollardan çakal seslerini duya duya gidilirdi. Biz 1930 ‘da lisenin önünde yapılacak takızaferini süslemek için 5-10 arkadaşla beraber omzumuza ipleri atıp patika yollardan geçerek yokuşun dibindeki mersin dallarını tahra ile keser, iple bağlayıp omuzumuza atarak okula giderdik (cumhuriyet bayramlarında). Sanırım 1927’de olacak Hükümet Erkanı’nın eşleri ve çocukları Konyaaltı’nda piknik yapmak için gezi düzenledi. Tabii denizden yelkenli gemi ile gittik. Hemen kayaların dibinde sopalarla gerdiğimiz beyaz bez tentelerle gölgelikler yapıldı. Yenildi, içildi, çimildi. Oradaki kayaların dibinde tatlı su da vardı. Öğleden sonra fırtına çıktı. Akşam oldu Antalya’ya döneceğiz ama, fırtınadan gemiye binmek mümkün değil. Gemi ile kumsal arasına tahta kalaslar atıldı. Gemiciler bizleri sırtına alıp adeta gemiye attılar. Geminin iskeleye varması zor, fırtına gemiyi kayalara doğru atıyor, çok tehlikeli bir durum. Geminin içi anacık babacık günü, neyse çok şükür gemi iskeleye yanaştı. İskele mahşer, bütün Hükümet Erkan’ı orada. İçinde eşlerinin çocuklarının bulunduğu gemiyi bekliyorlar. Sağ salim rıhtıma çıktık ama, çok büyük bir felaketten kıl payı kurtulduk. Konyaaltı lafı nereden gelmiş diye öteden beri sorulur. Bu konuda muhtelif söylentiler var. koy altı lafından gelmiş diyen var, Gönye altı lafından gelmiş diyen var, Kaya altından gelmiş diyen var. Efendim hatırıma geldi , iskelenin o dar sokaklarında zaman zaman palamut çam kabuğu görülüyordu, herhalde bunlar ihraç ediliyordu. Ben çakı ile çam kabuklarından gemi yapıyordum. Bir de bu dar sokaklar büyükbaş hayvanlarla, inekler, sığırlar tıklım tıklım dolar, sokaklardan geçilmezdi. Bunları Giritli Süleyman Kaçar Yunanistan’a ihraç ediyordu. Bu hayvanların vapurun vincinle çırpına çırpına vapura alınışları hala gözümün önünden gitmez.