İskele
Babam mal müdürü iken, iskele tüccarlarından Mehmet Kırımlıoğlu babamı kandırıyor ve memuriyetten ayrılıyor. Kırımlıoğlu ile iskelede ticaret yapıyorlar, sene sanırım 1927. İşyeri hala iskelede iki katlı bir bina. Bu sebeple benim çocukluk hayatımın önemli bir kısmı iskelede geçti. İskelenin 1925-30’lu yıllarını iyi bilirim. Bazen vapur olmadığı sıcak yaz günlerinde iskele esnafı can sıkıntısından iskelede ambarlarda bol olan farelerin arkasına oyuncak araba bağlar yarışlar düzenlerlerdi. İskelede fare de akrep de pek boldu. Osmanlılardan kalma ortası avlulu, dikdörtgen şeklindeki iki katlı gümrük binasında çalışan iki kişiyi hatırlıyorum. Biri Trablugarp’lı Mahmut el Başa, diğeri muhasebeci Beşir Efendi. Gümrük binasındaki üzeri arap harfleri ile yazılı kocaman kalın kağıt konşimentoları hatırlıyorum. Burada isminden söz ettiğim Trablusgarp’lı Mahmut El Başa enteresan bir adamdı. Libyalı’ydı, Trablusgarp’lı bir Arap’tı ama yüzelli kiloluk bembeyaz tenli bir adamdı. Değirmenönünde Çıkla’ların evinin arkasında iki katlı güzel bir evde oturuyordu. Hatırladığıma göre bu evin alt katında boydan boya camlı dolaplar vardı ve bu dolapların içinde avrupadan gelmiş esans şişeleri, kolanya şişeleri vardı. Alt katın bir odası kümes olup, hem bu oda, hem de arkadaki bahçe tavuklarla, horozlarla doluydu. Mahmut Efendi üst katta oturuyordu. Her taraf halı döşeliydi. Her işi ve yemeğini kendi yapardı. İçi cevizli “İHRAM” dediği kurabiyeler pek güzeldi. Ramazan aylarında babam başta buranın, müdavimlari akşam buraya gelir evin sofasında 15-20 kişilik bir cemaatle namaz kılınır, ortadaki semaverde Hint’ten , Yemen’den gelmiş çay yapılır, ihramlarla içilir, sohbet yapılırdı. Sonraları ben artık Mahmut Efendi’yi görmez oldum. Üniversiteyi bitirip Antalya’ya geldiğimde Mahmut Efendi’nin tek katlı bir binada Değirmenönü caddesi üzerinde oturduğunu ve isminin Yaşmaklı Hoca olduğunu, konu komşunun yardımlarıyla geçindiğini, sonradan öldüğünü duydum. İskelede vapurun geleceği gün halen aynen mevcut olan o zamanki üç katlı taş yapı Denizyolları acente binasının üçüncü katına çıkılır, oradan dürbünle Adrasan’a bakılarak vapurun dumanını görmeye çalışılırdı. Bu iş Tophane Parkı’ndan da yapılırdı. Duman görününce o zamanın meşhur tellalı Topal Hasan’a haber verilir, o da devenin üzerine binerek elindeki kocaman borusu ile Kalekapısı’nda, vapurun gelmekte olduğunu Antalya halkına duyururdu. Şimdi bu olayı duman göründü şiirimle canlandırayım;
Duman Göründü
Sene Dokuzyüz Otuzlarda
Duman Göründü Adrasan’da
Ayda Bir Vapur Geliyor
O Zamanlar Limana
Haber Verin Topal Hasan’a
Vapurun Geldiğini
Duyursun Antalya Halkına
Yolcular Hazır Olsun
Mavunalar Yanaşsın Rıhtıma
Uyandırın Hamal Başı Sülü’yü
Hamalları Toplasın İş Başına
Tembih Edin Alisi Kaptan’a
Çok Bağırmasın
Atlasın Mavnasına
Vapur Geliyor Vapur
İsmi Anafarta
Bugün Bayram Var Antalya’da
Hazırlıklar Tamamlansın
Mallar, Hammallar Alesta
Mavunalar Avara
Kayıklar Siya Siya
Büyük Bir Faaliyet Var Ortalıkta
Vapur İyice Yanaştı Limana
Yol Verin Gitsin Karantina
Ağustosun Sıcağında
Kertenkeleler Soluyor
Kale Duvarlarında
Böyleydi Hayat
Böyleydi Manzara
Dokuz yüz Otuzlarda
Bugünkü Yat Limanında
Şimdi bir de iskelenin tarihi şiiri;
İskelenin Tarihi
Yetmiş Sene Önce Antalya’nın
Ticaret Merkeziydi İskele
Henüz Yıkılmamıştı
Kaleler Vardı Önünde
Kemerli Koca Kalekapısı’ndan
Geçilirdi Rıhtıma
Rıhtım Kenarında
Dökme Toplardan Babalar Vardı
İskelenin Kendine Has
Bir De Kokusu Vardı
Tabakhane İle Karşısındaki
Tandırcının Da Ayrı Bir Kokusu Vardı
Hamal Başı Sülü Kapı Altında Durur
Omuzunda Un Çuvalı, Rıhtıma Geçen
Hamallara Marka Atardı
Bakkal Bekir
Tulum Peyniri Ve Koşma Satardı
Sakalar Tabakhane’den
Doldurdukları Mikroplu Suyu
Halka Satardı
Bu Anlattıklarım Milattan Önce Değil
Milattan Sonra Vardı
Evet 1925-30’larda iskelede manzara böyleydi. Bugün bu iskeleden eser kalmadı. Yerine yat limanı yapıldı. Gelin şimdi bir de “Yat limanı – İskele” şiirini okuyalım.
Yat Limanı – İskele
Yat Limanına İnerim De
Ararım İskeleyi
Mavunaları, Kayıkları
Su Taşıyan Sakaları
Omuzunda Un Çuvalı
Koşuşturan Hamalları
Hilmi Kaptan’ı
Cafer Kaptan’ı
Bir Sessizlik Sarmış İskeleyi
Kahveden Gelmiyor Artık
Kadifeden Kesesi
Alisi’nin O Gür Sesi
Kalelerde Dolaşmaz Olmuş
Kertenkeleler
Neredesiniz Gani Çavuş
Neredesiniz Ekizler
Evet bu şiirimi Antalya Büyükşehir Belediyesi iskelede caminin önündeki parka koydu(1977). Anlatmaya kaldığımız yerden devam edelim. Mehmet Kırımlıoğlu’ndan sonra babam Elmalılı Hacı Veli’lerin istikbal şirketi muhasebe müdürü oldu. Yerleri Şarampol Caddesi’nde Elhedefl er’in büyük mağazası idi. Bu bina sonradan Toprak Mahsulleri Ofisi oldu. Bisiklete binmeyi bu çok büyük binanın içinde öğrendim. Bu büyük binanın içinde Amerika’dan gelmiş Kupa Ford otomobilleri vardı. Bir gün Rus Jereslav usta deneme için beni yanına alarak Kepez’e doğru yola çıktık. Otomobil kepez başında bozuldu. Usta orada tamir etti, kolu çevirdi motoru işletti. Antalya’ya zor döndük. Sene 1930 Kaleiçi’ndeki Demir Ağa’nın evinden Yenikapı Caddesi’ndeki lisenin az berisinde, Kesriye muhaciri, ayakları sakat eğri büğrü, eli bastonlu bir adam olan Hüseyin Çenko Bey’in evine taşındık ve bu evi babam hiç kimsesi olmayan Hüseyin Çenko Bey’e ölünceye kadar bakmak şartıyla satın aldı. Hüseyin Bey’e evin ara katındaki odayı tahsis ederek ona ölünceye kadar baktı. Biz 1930’dan 1950 senesine kadar bu evde oturduk. Lise ve üniversite yıllarım bu evdeyken geçti. Evin önündeki kaldırımın kenarından büyücek bir arık geçiyordu. Her akşam bu arıktan topçu taburunun atları ıslıkla su içerdi. Ben de evimizin cumbasındaki kanepede oturur onları seyrederdim. Taburun başında at üzerinde heybetli duruşu ile Yüzbaşı Arif Debbaoğlu bulunurdu. Ben 1938-40 arası hastalandım. 1940’da İstanbul’da, Fındıklı’da Güzel Sanatlar Akademisi’nin Resim, Matematik, Kompozisyon imtihanlarını kazandım ve Akademinin Yüksek Mimarlık Bölümü’ne kaydoldum. Bu arada bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim.
Akademide derslere başladık. Edebiyat dersine rahmetli Necip Fazıl Kısakürek giriyor. İlk dersinde 40 kişi olan sınıfa (Mimarlığı niye seçtiniz) diye bir kompozisyon ödevi verdi. Biz yazdık verdik. Ertesi derste “Aydın Boysan kim?” diye sordu. Aydın Boysan ayağa kalktı, “benim” dedi. Necip Fazıl “sana teşekkür ediyorum on nomara verdim” dedi. arkasından Tarık Akıltopu deyince hemen ayağa kalktım. Hoca, sana da on verecektim ama ne nokta ne virgül koymuşsun. Onun için dokuz verdim dedi ve defterini kapattı. Sınıfın geri kalan 38’i ayağa kalktı “Hocam biz” dedi. Bunun üzerine “Gerisi SIFIR” dedi.