Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR  (1295/1878–1361/1942)

1295/1878’de Antalya’nın Elmalı Kazasında doğdu. Babası Numan Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. İlkokulu ve bugünkü ortaokula tekabül eden rüştiyeyi Elmalı’da bitirdi. Küçük yaşlarda hafız oldu. Dini ilimler alanında ön bilgileri Elmalı’da okudu. 1312/1894’te dayısı Mustafa Sarılar tarafından İstanbul’a getirildi. Burada dönemin meşhur âlimlerinden Kayserili Hamdi Efendi (Ö.1332/1914)’nin derslerine devam etti ve hocasından icazet aldı. Bundan sonra hocası Büyük Hamdi, kendisi de Küçük Hamdi diye anılmaya başlandı. 1324/1906’da Bayezit Dersiamı oldu. 1325/1907’de Mekteb-i Nüvvab (Hukuk Fakültesi)’ı bitirdi. 1326/1908’de ailesi İstanbul’a taşındı. H.Yazır aynı yıl Antalya Milletvekili seçildi ve altı ay sonra da evlendi. Soyadı kanunu çıkınca babasının köyünün ismini (Yazır) soyadı olarak aldıysa da daha çok doğum yerine nispetle “Elmalılı” diye meşhur olmuştur.

            Öğretim hayatına dersiamlıkla giren H.Yazır, Vaizler Medresesi’nde Fıkıh Usulü, Mekteb-i Nüvvab ile Mekteb-i Kuzat’da İslam Hukuku, Mekteb-i Mülkiye’de de Mantık okuttu. Bu arada Huzur Dersleri’ne de muhatap olarak katıldı. Bir taraftan da kendi gayretiyle edebiyat, felsefe ve musiki öğrendi. Ülkeyi çağdaş ilim ve medeniyet seviyesine ulaştırmaya vesile olabileceği ümidiyle meşrutiyet idaresini hararetle savunmaya başladı ve bu görüşü temsil eden İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilmiye şubesine üye oldu. Gençliğinde Şeyhülislamlık Mekteb-i Kalemi’de Yazı İşleri Müdür lüğü yaptı. 1918 yılında Şeyhülislamlık teşkilatı içinde kurulan Daru’l-Hikmeti’l-İslamiye’ye önce üye, ardından da başkan oldu.

            I. Damat Ferit Paşa hükümetinde (4 Mart–30 Eylül 1919) Evkaf Nazırı (Vakıfl ar Bakanı) olarak atanan H.Yazır, Ankara’da TBMM Hükümet kurulduktan (Cumhuriyet henüz ilan edilmemiştir, devletin resmi adı budur) sonra tutuklanıp Ankara’ya götürülür (1922). Kırk gün kadar süren tutuklanma ve yargı sürecinin ardından beraat eder-etmez İstanbul’a döner. Bundan sonra camiye gitme dışında evden hiç çıkmayan Hamdi Yazır, Metalib ve Mezalib adlı eserini tamamlamıştır.

            27 Mayıs 1942’de kalp yetmezliğinden vefat eden Hamdi Yazır’ın kabri Sahra-i Cedid mezarlığındadır. Çocukları, büyük oğlu Ahmet Muhtar (1910–1980), ortanca oğlu Numan [menenjit sonucu ölür (1916–1931)], küçük oğlu da Hamdun’dur (1919–1988).

Elmalılı Hamdi Yazır, çağdaşları arasında benzerine az rastlanır geniş kültürlü mütefekkir bir din âlimi olmasının yanı sıra sanatkâr bir kişiliğe sahipti. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri bulunmaktadır. Eserlerinde kullandığı dil, üzerinde yapılan incelemelerden anlaşıldığına göre Elmalılı, yazılarında genellikle sade Türkçe kelimeleri tercih etmiş, ancak Türk dilinin öz malı haline gelen Arapça, Farsça ve Batı kaynaklı kelimeleri de kullanmayı ihmal etmemiştir. İlmi ve dini yazılarında ise oldukça ağır ve ağdalı bir üslup kullanmayı tercih etmiştir. Fakat onun sanatkâr yönü daha çok hattatlığında ortaya çıkmaktadır. Sülüs, nesih, ta’lik ve celi türünde çeşitli levhalar yazmıştır.

Tasavvufla da yakından ilgilenen Elmalılı’nın, tefsirini hazırlarken vahdet-i vücud konusunda yer yer tenkit ettiği İbnü’l Arabî’den bol miktarda iktibaslarda bulunması ve zaman zaman sufi meşrepli bir üslup kullanması, tasavvufi temayülünün işaretleri sayılabilir. Ayrıca onun Şabaniye tarikatına mensup olduğu da söylenmektedir. Üç yıl aralıksız felsefe ile de meşgul olan Muhammed Hamdi, Batılı bazı yazarların mantık ve felsefe kitaplarını tercüme etmek, pozitivizm materyalizm ve tekâmül nazariyesi başta olmak üzere, çeşitli felsefi sistemleri eleştirmek suretiyle felsefede de söz sahibi bir âlim olduğunu göstermektedir.

Elmalılı’ya asıl ününü kazandıran eseri HAK DİNİ KUR’AN DİLİ adlı meşhur tefsiridir. 1926 yazında kırk sekiz yaşında iken yazmaya başladığı tefsirini; 12 Cumadelahire 1357 (18 Ağustos 1938)’de altmış yaşında iken tamamlamıştır.

Ona göre; Kur’an-ı Kerim hiçbir dile hakkıyla tercüme edilemez. İhtiva ettiği manaları keşfetmek çok zor olmakla birlikte Kur’an’ı tefsir edebilmek için kelimelerin gerçek anlamını belirlemek, lafız ve mana bakımından ilişkili olan kelimeler arasında bağlantı kurmak, lafızların yer aldığı metnin genel kompozisyonunu dikkate almak ve neticede kastedilen asıl mana ile tâli manaları ayırt edebilmek gerekir.

Kur’an-ı Kerim’in manasının anlaşılmasına yönelik faaliyetler Sahabe döneminde başlamış ve artan bir yoğunlukla hep sürdürülmüştür. Bu çalışmaların çoğunluğu Arapça olmakla birlikte Arapça konuşmayan Müslüman milletlerin yetkilileri de Kur’an’ın kendi dillerine çevrilmesi tefsirinin yapılması için girişimlerde bulunmuşlardır. Bu uluslardan biri de Türk Milleti’dir. İslam Dini ile şereflenen Milletimizin yetkilileri de Kur’an Türkçe Meali’nin yazılması, tefsirinin yapılması için öteden beri hizmet göstermişlerdir. Bu gelenek Cumhuriyet Dönemi’nde de bozulmamış ve sonuçta “Hak Dini Kur’an Dili” adlı o güne kadar yazılmış Türkçe Meal ve tefsirlerin en kapsamlısı halkın istifadesine sunulmuştur.

Bu tefsir, TBMM’nin o tarihlerdeki adı ile “T.C. Diyanet İşleri Reisliği’ne verdiği bir görev sonucunda gerçekleştirilmiştir. Yapılan görüşmeler neticesinde Müfessirimiz, tevdi edilen teklifi kabul etmiş ve eserini 12 yılda tamamlamıştır.

İkmal edilen kısımların basımına İstanbul’da Ebuzziya Matbaasında 1935 yılında başlanmış ve 1939 yılında tamamlanmıştır. 1960 ve 1971 yıllarında bu nüshanın ofset baskıları yapılmış; 1990’lı yıllarda da sadeleştirilerek yayımlanmıştır.

Basılmış Diğer Eserleri

  • İrsadu’l- Ahlaf fi-Ahkami’l-Evgaf (1330/1912’de basılmıştır).
  • P.Janet- G.Seailles’in “Histoire de la Philosophie” isimli eserini Metalib ve Mezahib    adıyla yaptığı tercüme (1923 yılında tercümesi tamamlanan bu eserin ilk baskısı 1925 yılında gerçekleştirilmiştir).
  • Sırat-ı Müstagim, Sebilu’r-Raşat ve Beyanu’lHag’ta yayınlanan makaleler.

You may also like...