Bizans Dönemi
Constantinopolis’in başkent olmasıyla Antalya’nın önemi artmıştır ve kent, başkent ile Anadolu’yu bağlayan önemli bir kavşak haline gelmiştir. Antalya kısa bir süre sonra, Batı Toroslar ve Karya sahillerini kapsayan Kibyraioton Theması’nın merkezi haline gelmiştir. Bu merkezin başındaki kişinin ünvanı strategus’tur. Bizans Dönemi’nin ilk zamanlarında, içteki Sillyon (Syllaion), bölgenin en önemli kenti haline gelmiş, burayı Aspendos izlemiştir. Bununla birlikte, Geç Antik Dönem’de Pamphylia’nın merkezi Perge olmuştur. Ancak, 5. yüzyılda Side’nin rekabeti ile karşılaşınca ve Hristiyanlık bölgeye hâkim olunca, Perge ve Side birer piskoposluk merkezi olarak ilan edilmiştir. 8. yüzyıldaki Arap saldırılarına kadar bölgenin genel durumunda bir değişiklik olmamıştır. Başkent konumunda olan Perge ile kendisi gibi büyük bir kent olan Side arasındaki çekişmeden dolayı eyalet, Bithynia’da olduğu gibi 535 yılında ikiye ayrılmıştır. İmparator Iustinianus (527–565) zamanında gerçekleşen bu kararla eyalet, Pamphyliae Primae ve Pamphyliae Secundae olmak üzere iki ayrı bölgeye ayrılmıştır. Pamphyliae Primae, Side kentinin metropolisliği altında doğu kısmındaki kentleri, Pamphyliae Secundae ise Perge ve kendisine bağlı 14 piskoposlukla birlikte batı kısmındaki kentlerden oluşmaktaydı. Pamphyliae Secundae’nin ruhani liderliğini Perge-Sillyon ortak metropolitliği (tüm kiliselerinden sorumlu piskopos) oluşturmuştur. Bu, sadece kilise örgütlenmesini etkilemiş, bölgenin sivil idaresinde değişen bir şey olmamıştır. Sivil idare tarafından eyalet daima bir bütün olarak ele alınmıştır. Dolayısıyla Pamphylia’nın iki piskosposluğu (Side ve Perge) ve sivil yönetici olarak tek bir valisi bulunmuştur. Bu durumun bölgede bir sorun olarak görülmediği, iki kent arasındaki rekabetin ağırlıklı olarak dini ve siyasi amaçlarının olduğu düşünülebilir. Örneğin, bölgenin iki piskoposluk merkezine ayrılması 535 yılında gerçekleşmiş olsa da daha 431 yılında toplanan Ephesos Konsili’ne, Side ve Perge’den iki metropolitin katıldığı bilinmektedir.
İslamiyet’in ilk yıllarından itibaren başlayan Arap akınları sırasında Attaleia da zor günler yaşamıştır. Araplar, 825 yılında Girit’i fethetmelerinin hemen ardından Anadolu’nun güney sahillerine yönelmişlerdir. Arap korsanların Akdeniz kıyısındaki kentlere büyük zararlar verdikleri bilinmektedir. Abbasî Halifesi Mütevekkil’in emriyle, Abbasîlerin donanma komutanı olan Fazıl Bin Karin tarafından, 860 yılında Attaleia’nın kısmen kontrol altına alınmasının ardından, İslam ordularına karşı savunmalarını güçlendirmek için Bizans İmparatorluğu, bölgeyi thema olarak ilan etmiştir. Bununla birlikte, 7. ve 8. yüzyıllarda, Amanos bölgesinde yaşayan ve Araplara karşı mücadelede Bizans’a iyi hizmetler yapmış; fakat yavaş yavaş Arapların hizmetine girmeye başlamış Hristiyan bir eşkıya millet olan Mardaitler, devlet arazisine davet edilmiş ve deniz efradı olarak Attaleia’ya yerleştirilmiştir.
Görüldüğü gibi, 7. yüzyılda Anadolu’yu etkisi altına alan Arap akınları Pamphylia kentleri için bir hayli yıkıcı olmuştur. Bazı kentler terk edilmiş, bazıları da kentin akropolüne çekilerek varlıklarını surlar ardında devam ettirmişlerdir. Perge, 8. veya 9. yüzyıllarda terk edilmiş, bu karanlık dönemde küçük kiliselerin inşa edildiği görülen Side ise yavaş yavaş üstünlüğünü kaybetmiştir. Antik Çağ’ın bu önemli şehirleri zamanla unutulurken Attaleia, bölgenin en büyük şehri ve Bizans’ın Akdeniz’deki en önemli donanma üssü ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Belge Aran, Kesik Minare Camii’ne dair makalesinde bu döneme dair bazı bilgiler vermektedir. Aran’a göre, Arap donanmasının 860 yılında Antalya’yı ele geçirdiğini Tabarî ve İbn El-Athir de belirtmiştir. Tabarî’nin el yazmasında kentin adı Antakya olarak okunmasına rağmen, daha sonra gelen pek çok araştırmacı bu yeri Antalya olarak kabul etmiştir. Bununla birlikte 904 yılında Tripolili Leon’ın da Antalya’yı aldığı Theophanetus Constinustus’da söylenmektedir. Tabarî de 904’de Gulam Zurafa’nın (Leon), yine Antakya olarak yazarak, deniz kıyısında, zengin ve önemli bir kent olan Antalya’yı işgal ettiğini, Müslüman esirleri serbest bıraktığını, 60 Rum gemisi ele geçirdiğini anlatmaktadır. Antakya olarak anılan yerin, aynı şekilde Antalya olabileceği düşünülebilir. Bu kuşatmalar esnasında zarar gören Antalya surları da VI. Leon ve VII. Constantinus tarafından onarılmıştır. Aynı şekilde, Kesik Minare gibi, kentteki pek çok yapıda aynı dönem içinde onarımlar ve yeniden yapımlar gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla 10. yüzyıl içinde kentte önemli bir imar faaliyetinin olduğunu söyleyebiliriz.
Kibyraioton Theması’nın merkezi olarak sahip olduğu askeri işlevinin yanı sıra önemli bir liman olan Attaleia’nın, bir ticaret metropolü olarak da Bizans İmparatorluğu açısından anlamı büyüktü. Arap filosunun başarısızlığından ve Kilikya’nın geri alınmasından sonra, Doğu Akdeniz Bölgesi yeniden ulaşılabilir hale gelmiş ve özellikle Kıbrıs, imparatorluğun doğu kalesi olarak daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Attaleia’nın önemi buna koşut olarak daha da artmıştır. Bu devirde kentte büyük bir imar faaliyeti yaşanmış ve kentin çevresine ikinci bir sur ve hendek yapılmış, donanma gücü arttırılmıştır. Pamphylia, Komnenoslar Dönemi’nde (1081-1185), Antik Çağ’dan bu yana en parlak günlerini yaşamıştır. Bu dönem, Bizans otoritesinin bölgede yeniden sağlandığı bir dönem olmuştur. Attaleia, 1084 yılında İmparator Aleksios Komnenos tarafından metropolitlik olarak kabul edilmiştir. Buna rağmen Syllion ve Perge de Türk egemenliğinin geç dönemlerinde bile metropolitlik olarak gösterilmeye devam edilmiştir. Bu durumun sebebi olarak; kaybedilmiş toprakların bir gün geri alınacağı inancı ve bölgenin tarihsel kutsallığı olmalıdır. Attaleia’nın böylesi yükselmesinin temel sebebi de jeopolitik avantajlarıdır.
Perge’nin metropolitlik merkezi yanında Syllion, Pamphylia’nın yardımcı piskoposluk yeri olmuştur. Stratejik ve güvenli konumu sayesinde Syllion, Arap akınlarına dayanmış ve çevresindeki kentlerin tahrip edilişine tanıklık etmiştir. Perge, bu tarihten sonra metropolitlik görevini sürdürecek kadar güvenli değildir. Perge piskoposu, bu dönemde Syllion’a sığınmıştır; ancak Perge, metropolitlik olarak itibar görmeye devam etmiştir. 9. yüzyılın başlarında ise Syllion bu görevi tamamen devralmıştır. Bu kanuni statü, Attaleia’nın imparatorluk politikasıyla başa getirilmesinden sonra, yani 1084 yılında değişmiştir.
Deniz ticaretinin bu denli önemli olmasına karşın, deniz ulaştırması açısından uygun konumu Side’nin adım adım yok olmasını önlememiştir. Aynı şekilde Perge de 786 ve 869 yılları arasında kent metropolis olma niteliğini yitirmiş, metropolitliği Sillyon ile Perge’yi birleştirerek yeniden kurmak gerektirmiştir.
Bizans hakkında, Ebu Yahya adlı bir esiri vasıtasıyla eserinde bilgi veren 10. yüzyıl coğrafyacısı İbn Havkal’ın anlattıklarına göre, o dönemde Antalya, Trabzon’la beraber, İmparatorluğa en fazla gümrük geliri sağlayan kenttir. Gümrük gelirlerinin önemli bir kısmını Müslüman Arap ülkelerinden gelen mallar oluşturmaktadır. 10. yüzyılın başlarında Antalya gümrüğünün geliri 300 altına ulaşmıştır ve toplanan bu vergi, yerel sorumlu tarafından merkezi yönetim sorumlularına aktarılmaktadır.
İbn Hakval’a göre, Antalya aynı zamanda Kibyraioton Theması’nın da komutanı olan ve Müslüman ülkelere karşı operasyonlara çıkan donanma kumandanın sorumluluğundadır ve dini duygularla dolu Antalya halkı Araplara karşı şiddetle savaşmaktadır. Ayrıca, Antalyalılar casusluk da yapmakta, Arap dünyasının her bir yerine giden tüccarlar düşman ülkeleri hakkında çok değerli bilgiler getirmektedir. Bu yüzden Antalya, bir haberi karadan sekiz günde, denizden on iki günde İstanbul’a ulaştırmakla görevli bir imparatorluk posta servisinden görevlilerin bulunduğu önemli bir haberleşme şebekesine sahipti.
Aleksios Komnenos (1082-1118) iktidarının ilk zamanlarında Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu’daki kontrolü tamamen kaybolmuştur. 1097’deki I. Haçlı Seferi’nin askeri başarılarından sonra durum tersine dönmeye başlamış, Anadolu’nun içerilerine kadar gelen Türkler, Sakarya–Antalya hattının doğusuna itilmiştir.
Kahire Arşivleri, 11. ve 12. yüzyıllarda Antalya’da bir Yahudi kolonisi olduğu belirtmektedir. Bu Yahudi tüccarlar, Arap korsanlar tarafından fidye amacıyla sık sık kaçırılmaktadır. Örneğin, 1028’de Antalyalı yedi Yahudi kaçırılmış ve Kuzey Afrika sahillerine götürülmüştür. Yahudiler, Bizans İmparatorluğu’nda Müslüman Araplarla olan ilk ticaretlerde olan önemli etkileri ve aracı olmaları dışında, korsanlarla mücadelede de önemli roller üstlenmişlerdir.
Önemli bir liman kenti olan Attaleia’nın, 11. yüzyılın sonundan itibaren Bizanslılarla Türkler arasındaki gerilimlerin merkezinde olduğu bilinmektedir. Her ne kadar Pamphylia’daki Bizans egemenliği eski güçlü günlerini yaşıyor olsa da Attaleia çevresi Bizanslılar ve Türkler arasında sürekli el değiştirmiştir.
Kent, Selçuklular için de ticari ve ekonomik açıdan büyük önem arz etmektedir. Bu sebeple, Selçuklular Antalya üzerine çok sayıda sefer düzenlemiş; ancak başarılı olamamışlardır. Aleksios Komnenos (1082-1118), artan Türk saldırılarına karşı 1110 yılında Antalya’ya General Eumathius Philocales komutasında büyük bir ordu göndermiş ve bu ordu, Türkleri Batı Toroslar’da mağlup etmiştir. Ancak, bu çok etkili bir zafer olmamış; Türklerin saldırıları özellikle I. Mesud’un (1116-1155) tahta çıkmasıyla daha yoğun olarak devam etmişti.
Kent, 12. yüzyıl boyunca, Bizans’ın Anadolu’daki diğer uç yerleşimleriyle aynı kaderi paylaşmıştır. Bu kentler, Bizans ve Selçuklu arasında sürekli el değiştirmiştir. İoannes Komnenos bütün Akdeniz kıyısındaki önemli Bizans yerleşmelerini tek merkez altında toplamak niyetindeydi. Kilikia ve Antiokheia, Bizanslılar için pek güvenli değildi. Bu kentler hem merkeze uzak hem de genellikle Ermeniler ve Latinlerin yönetimi altındaydı. Attaleia ise Grek çoğunluğu ile İmparatora bağlı ve güvenilir bir nüfusa sahipti. Bunun sonucunda, Komnenoslar Devri boyunca, Attaleia ve çevresinde yoğun bir inşa faaliyeti görülmektedir. Kaynaklarda geçmeyen, 12. yüzyılın bu inşa faaliyeti, özellikle Attaleia ve çevresindeki arkeolojik verilerle desteklenmektedir. Örneğin, Demre’de ve 7. yüzyıldan sonra tekrar Bizanslıların eline geçen Gemiler Adası’nda, 12. yüzyılda gözle görünür şekilde etkin bir yapım evresi dikkati çekmektedir.
Bizans egemenliği döneminde, kentte Türk ve Müslüman bir tüccar kolonisi bulunduğu bilinmektedir. Fakat bu koloninin daha sonraki dönemlerde de varlığını sürdürdüğü tartışmalı olmakla beraber, muhtemeldir.
Babasının ölümüyle tahta geçen Manuel Komnenos (1143-1180), 1176 yılında Myrioakephalon savaşında, Türkler tarafından yenilgiye uğratılmış ve Anadolu’da stratejik önemi olan yerler kaybedilmiştir. Buna karşın Attaleia, Türklerin uzun işgaline karşı direnmeyi sürdürmüştür. 1180 yılında, İmparatorun ölümünden sonra da Türkler ilerlemeye devam etmiş ve Antalya, bu dönemde Selçuklular tarafından çeşitli kereler kuşatılmıştır. Kent, 1182 yılında II. Kılıçarslan tarafından tekrar kuşatılmış; fakat bu kuşatmadan sonuç alınamamıştır.
II. Haçlı Seferi sırasında Anadolu içlerinde ağır kayıplar veren Fransızlar Antalya’ya ulaşmış ve surların dışında kamp kurmuşlardır. Antalya’nın İtalyan asıllı valisi Landolf, İmparator’un emrine uyarak Haçlılara yardım etmek için elinden geleni yapmıştır. Ancak, zengin yiyecek depolarına ve erzağa sahip olmayan kent, Türk saldırılarından kaynaklı olarak zor günler geçirmektedir. Kış için gerekli erzak da tükenmek üzeredir. Bu durumu, Bizans İmparatoru’nun yeni bir hilekârlığı olarak değerlendiren Fransa Kralı Louis, sıklıkla devam eden Türk saldırılarına daha fazla dayanamayacaklarını düşünerek, denizden Antakya’ya gitmeyi planlamıştır. Landolf ile gemi temini konusunda anlaşan Kral Louis, gemilere sadece kendi maiyet ileri gelenleriyle ve alabilecekleri kadar çok seçilmiş şövalyeleriyle Süveydiye’ye doğru denizden yola çıkmış ve 19 Mart 1148 tarihinde buraya ulaşmıştır. Flandre ve Bourbon kontları sorumlu kumandan sıfatıyla Antalya’da kalmıştır. Ayrıca Kral Louis, Antalya’yı terk etmeden önce Landolf’a hasta ve yaralılara bakması için 500 mark bırakmıştır. Bu şekilde, kentte kalan Haçlı askerleri sur dışında Türklerin saldırılarına direnemedikleri için şehir surları içine sığınmak müsaadesini elde etmişlerdir. Burada kendilerine iyi bakılmış ve hastalar tedavi edilmiştir. Fakat bir süre sonra Landolf, kentteki Haçlıları kentten çıkarmak için sur dışında bir karargâh yaptırmıştır. Oldukça korunaksız olan bu karargâhta kalmak istemeyen terk edilmiş Haçlı askerleri karadan doğuya doğru yürümeye başlamış ve kenti terk etmiştir. Bununla birlikte, bu askerlerin bir kısmının kentte kalmış ve Antalya’ya yerleşerek kentin savunmasında görev almış olmaları da kuvvetle muhtemeldir. Ünlü Haçlı Tarihçisi Willermus, o yıllarda Antalya’nın durumunu şöyle tasvir etmektedir: “Bugün de yiyecek ve erzak için bitti; daha kötüsü kılavuzsuz kaldılar. Yollarını şaşırmış olarak oradan oraya gittiler. Sonunda Pamphylia’ya girdik. Zorluk çekmeden sarp dağlık ve alçak vadiler üzerinden, bu memleketin merkezi olan Attaleia’ya ulaştılar. Attaleia kenti deniz kıyısında bulunur ve Bizans imparatoruna bağlıdır. Bu bölgenin toprağı bereketlidir. Ancak halkına pek fayda sağlamaz, çünkü düşman her yönden baskın yapabileceği için halk topraklarını ekmez. Buna rağmen kentin başka özellikleri de vardır. Çok berrak bir suya, geniş ve verimli sebze bahçelerine, deniz yoluyla gelen ürün stoklarına sahip olduğu için seyahat edenler burada rahatça dinlenip beslenebilirler. Şehir düşman bölgesine çok yakın olduğu ve bu cihetten baskınlara karşı kendini savunamadığı için düşmana vergi vermek zorundadır. Bizimkiler şehrin Grekçe adını bilmedikleri için buraya Satalia derler”101. 1191 yılında, III. Haçlı seferleri sırasında Attaleia şehri, halen Bizans’ın elinde castellium optimum olarak tanımlanmıştır. Eski Kibyraioton Theması’nın büyük kısmını kaybeden Bizans, Attaleia kentini ayrı bir eyalet olarak düzenlemiştir. 1199 tarihli bir dokümanda Attaleia, yeni bir eyalet olarak görülmektedir.
Kent 1207 yılında Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından fethedilmiştir. 1204’de, IV. Haçlı Seferi sonucunda gerçekleşen İstanbul’un istilası sırasında, Bizans’ın Anadolu’nun güneybatısındaki son şehri olan Attaleia, başkentin düşmesinden doğan karışıklıklardan payını almıştır. Haçlı ordularıyla Anadolu’ya gelen istilacıların Anadolu içlerine doğru yayılmak gibi bir düşüncesi olmamıştır. Bununla birlikte, Venedikli pek çok maceracı, devlet idaresinden uzak olan bu bölgelerde kendi yönetimlerini kurabilmiştir. Attaleia da bu şekilde, Aldobrandini adında bir Frank’ın eline geçmiştir. Fakat Aldobrandini’nin egemenliği uzun sürmemiş, kent iki aylık bir kuşatma sonucunda H. 3 Şaban 603 /M. 5 Mart 1207’de Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından fethedilmiştir. Böylece Pamphylia’daki Bizans egemenliği de sona ermiştir. Attaleia’nın düşmesinden sonra bölgede Bizans varlığını gösteren bir bilgi bulunmamaktadır.