Bazı Anıları                    

            Sene 1917, babam Elmalı’dan Mal Müdürü olarak Antalya’ya tayin oluyor. Elmalı’dan Antalya’ya annem, annemin babası Yanya’lı Ali Konica ve Niğde’de doğmuş olan ablam dört atın çektiği üstü kapalı yaylı araba ile ve 3 jandarma’nın korumasında meşhur soygun yeri Kargalık Boğazı’ndan salimen  geçip Antalya’ya geliyorlar. Antalya’da Kışla Mahallesi Kemiklik semtindeki Fırıncı Mehmet Efendi’nin (Mehmet Temizkalp) ve karısı Zühre hanımın evini kiralıyorlar. Ben 18 Mart 1918’de bu evde doğuyorum. Babam tek katlı taş yapı bu evin bir odasını erzak deposu yapıyor. O zaman kocaları askerde savaşta olan dul kadınlar çok sıkıntı içindeler. Ve bizim evin önünde açız bizi kurtarın diye bağırıyorlar. Babam malmüdürü olarak bunlara para ve erzak yardımı yapıyor. Evdeki erzak odasında bulunan un ve buğdaydan veriyor. İtalyan’ların işgalinde babam hükümetin kasasını 4 atlı yaylı arabayla Korkuteli’ne kaçırıyor. O tarihlerde gece bekçileri sokaklarda ahşap direklerde bulunan gaz lambalarını yanlarında taşıdıkları merdivenle çıkar fenerleri yakarlarmış. Geceleyin mahallede dolaşan bekçiler bir evin kapısını açık görünce kapı tokmağını tak tak diye çalar, kapıların açık olduğunu haber verirlermiş. Rum’ların Yunanistan’a gidecekleri sırada evlerindeki eşyalarını kapının önüne çıkarır satarlarmış. Babam dinine düşkün, beş vakit namazında gerçek bir müslümandı. Anneme sakın Rum eşyalarından bir çöp alma, onlar gözlü mallar sonra seni boşarım dermiş. Rum eşyalarından en çok satılan Singer dikiş makineleri imiş. Sırası gelmişken söyleyeyim, Rum’larla  Türk’lerin dostlukları çok iyiymiş. Hep Türkçe konuşurlarmış. Annemin babası Ali Konica 4 sene Türkiye’de kaldıktan sonra ailesini Türkiye’ye getirmek için Yunanistan’a yani memleketi Yanya’ya gitmiş ama, yollar kapalı olduğu için dönememiş, orada kalmışlar.   Dedem Konica Beyi Ali Bey, her bey gibi askerliğini Dolmabahçe Sarayı’nda Padişah’ın askeri olarak yapmış. Bizde resimleri var. Boynuna asılı hilal biçimindeki madeni plaketde ASAKİRİ SULTANİ yazılı, yani “Sultan’ın Askeri” demek.

Üsülü Kaptan

Bugün hala hayatta olan doksanını geçmiş iskele adamı Gemici Üsülü Kaptan anlatıyor. “İskelede şimdiki mescidin önünde, kalelerin dibinde Rum Luga’nın kahvesi vardı. Kahvenin önünde barakalar vardı, Rum papaz orada nevruzda duasını okur, denize haç atardı. Haç’ı denizden çıkaranlara papaz para verir, madalya takardı. Sandalcı Gilik, Sandalcı Bali, Papel’in babası Dede bu işte ustaydı.”

Turşucu Hamdi

Turşucu Hamdi (Hamdi Aygen) o da doksanını geçmişti ve üç sene önce vefat etti. 80 sene evvelki Antalya’yı anlatıyor. Atlı arabaları Lara’yı, Lara’daki kiliseyi Laraya gelmekte olan misafir arabaları arkadaki tepelerde görününce çalınan çanları, atsız araba (otomobil) ile Antalya’ya gelen Enver Paşayı, seferberliği, Debboy’u, Çanakkale’de   şehit düşen akrabalarını, medresedeki falakayı, Şarampol’deki ilk buz fabrikasını, Çekirge savaşlarını, kuyulardan içilen suları, evlerin çatısı kurulurken ustaların ellerinde keserlerle yaptıkları takatukayı, çatıdaki direğe asılan çaputları, Rumların Paskalyasını, çok güzel duvar ören ama içinde harç olmayan Rum Horozoğlu ustayı (Bu darbımesel olmuş, halk arasında dıştan güzel, içi çirkin ve de çürük olan şeylere Horozoğlu işi denirmiş), yazın mafyalar (büyük deve) üstündeki köşklerde, davullar önde merasimle yaylaya giden Antalyalı’ları.

Loncaaltı

Bir Loncaaltı Vardı

Vaktin Zamanında Antalya’da

Vakıf İşhanının (Yıkıldı) Olduğu Yerde

Üstü Çatılı Kiremitli

Ve De Toprak Zeminli

İki Kapılı Bu Loş Mekanda

Tellallar Dolaşır, Eski Eşya Satardı

Orada Halılar, Kilimlerle

Beraber Satılırdı Esrar Da

Kadın Kısmı Giremezdi

Erkekler De Çekinirdi

Yani Tekin Bir Yer Değildi

Burası Kendine Has Kokusuyla

Bambaşka Bir Alemdi

Yonca Da Satıldığı İçin

Bu Mekanda İsmi

Yoncaaltı Olarak Kaldı Son Zamanda

Antalya Lisanı

Biz Antalyalı’yız, eğri oturur, doğru söyleriz. Hayır tam tersine doğru oturur eğri söyleriz. Zakkum’a zıkkım deriz, veledizinaya veledizne deriz, Zerdalilik’e Zerdelilik deriz, biraz demez bicez deriz, nehaber demez, nabar deriz. Bir çocuğu sırtına almaya ebiştirme deriz, bir defa demez bikez deriz. Korkunca “Ödüm Sıttı” deriz. Artık demez, gari deriz. Hayret ifadesi olarak ene, abuu deriz. Ağabey demez, agam deriz. Yüzmeye çimme deriz. Uçurtmaya bayrak deriz, küfretmek istediğimizde adıbatasıca, canı cehenneme deriz. Babaya buba deriz, anneye ana, ablaya aba deriz. Uzak demez ırak deriz. Helvaya halva deriz. Meçikli deriz, ondan sonra demez, ondan keri. Ekşiyi  çok severiz, yufkadır ekmeğimiz, saçta pişer böreğimiz. Biz Antalyalıyız, doğru oturur, eğri söyleriz. Son olarak da Antalya sevgimi anlatan bir şiirim ve veda yazım.

Antalyam, Antalyalım

Yeşiller Azaldı, Betonlar Çoğaldı

Meydanlar Ufaldı, Trafik Aksadı

Yaşamak Çok Zorlaştı Amma

Yine De Güzeldir Antalya

Akdenizi Kurutan Yok

Torosları Deviren Yok

Plajları Götüren Yok

Falezler Şimdilik Ayakta

Yine De Güzeldir Antalya

Benim Bir Antalyam Vardı

Portakal Çiçeği Kokan

Benim Bir Antalyam Vardı

Ene, Abu, Gari Diye Konuşan

Birbirini Tanıyan, Kucaklaşan

Ne Portakal Çiçeği Kokusu

Ne Agam’ı, Abu’su Kaldı

Ne Birbirini Tanıyan

Nerde Benim Antalyam

Nerde Benim Antalyalım.

You may also like...