Hitit Çağı
Bugünkü Antalya il sınırları içinde kalan çeşitli eski coğrafya adlarının Hitit çağından kalma olduğunu güvenle öne sürebiliyoruz. Bunlar arasında Perge, Kesros, Patara gibi yer adları sıralanabilir. Bunlardan bazılarına ilk kez M.Ö.1267-1237 yılları arasında hüküm sürmüş Hattusilis III’ün “Yıllıklar”ında rastlanmaktadır.
Perge’de bu türden bir tartışma hem dil hem de arkeolojik açıdan bir sonuca bağlanmıştır. Perge kentinde Hitit çağına ait buluntular artık tartışma götürmeksizin ortaya çıkmıştır. Kentin adı M.Ö. 1237-1209 yılları arasında hüküm sürmüş Tudhaliya IV zamanına ait bir antlaşma metninde de açıkça geçmektedir. Hitit kralı Tudhaliya, antlaşma imzaladığı Hitit kralı Muwatalli’nin oğlu Kurunta ile sınırları belirlerken şöyle demiştir: “Kastaraya nehrine kadar olan topraklar Hulaya-Nehri ülkesinde Tarhuntassa’ya sınır olsun. Kastaraya nehrinin yakınındaki Parha ise Lukka ülkesi sınırlarında kalmaktadır. Bu ülkeyi ele geçirirsem, bu toprakları da senin ülkene katacağım”.Kastaraya, açıkça bugünkü Aksu Çayının Helen Roma çağındaki söylenişi olan Kestros’a karşılık gelmektedir. Bunun yanı başındaki Parha kenti de yine Hellen-Roma çağındaki söylenişiyle Perge’dir. Hititler dönemindeki bir yer adının içinde geçen “h” sesi Helence’de genel olarak “g” veya “k” ile gösterilmiştir.
Tarihi coğrafya açısından ele alındığı zaman Hitit metinlerinden Aksu’ya kadar gelen bölgenin apanaj Tarhuntassa devletine, Perge’den itibaren başlayan toprakların da Lukka memleketine ait olduğu anlaşılmaktadır. Tarhuntassa kentinin yeri tespit edilmemiş olmakla birlikte Tarhuntassa devletinin sınırları nispeten daha iyi bilinmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla bu devletin güneydoğu sınırları Silifke civarından başlamakta ve tüm sahil boyunca ilerleyerek Aksu’da sona ermektedir. Kuzeybatı sınırı ise Eğirdir ve Beyşehir Gölleri üzerinden düz bir hat halinde Konya Hatip’e ulaşmakta ve buradan Karaman’a kadar devam etmektedir. Bu devletin Aksu’ya kadar uzanan bir kısmı Hulaya Nehri memleketi sınırlarında kalmaktadır. Hulaya Nehri, Manavgat Çayı olabilir.
Antalya il sınırları içinde kalan sahada şimdiye değin Hitit çağından her hangi bir yazılı belge ele geçmemiştir. Bu nedenle doğrudan doğruya bir belge üzerinden tartışma yapabilecek durumda değiliz, ancak dolaylı olarak, Tunç çağında bölgede yaşamış halk grupları hakkında bir takım görüşlerimiz mevcuttur. Özellikle Tırmice’de, Pamphulia Helen lehçesinde ve Sidece’de korunmuş olan çeşitli dil özelliklerine ve şahıs adları yapılarına bakarak bölgede yaşayan halk gruplarının Anadolu kökenli Hint-Avrupaî kavimler olduğu sonucu elde edilebilmektedir. Çeşitli Hitit metinlerden bölgede daha çok denizcilik faaliyetlerinin yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Hitit devletinin güney-batı Anadolu’yla Kıbrıs arasında kalan bölgeyi korsanlık nedeniyle kontrol edemediği ve müttefik devletlerden yardım istediği belgelere yansımıştır. Milletlerarası deniz taşımacılığında bölgenin bir rolü olduğu, tespit edilen gemi batıklarından bellidir. Kaş yakınlarındaki Uluburun ve Adrasan yakınlarındaki Gelidonya batıkları Tunç çağındaki deniz ticareti hakkında değerli bilgiler vermektedir. Şüphesiz il sınırları içinde kalan alanda oldukça nadir rastlanan Tunç çağı verilerine yenilerinin katılması bölgenin arkeolojik niteliğinin anlaşılmasına değerli katkılar sağlayacaktır. Oldukça yakın bir dönemde Kumluca yakınlarındaki Gagai ören alanını civarında Tunç çağı keramik kalıntılarına rastlanmıştır. Buluntular, Batı Antalya sahil güzergâhının Elmalı eksenli bir kültürel dokunun içinde bulunduğuna işaret edebilir.
Üretimi tunca göre daha kolay, kullanımı daha yaygın olan demir, büyük kitlelerin elinde silaha dönüşünce kavimlerin kaynaşması kaçınılmaz olmuştur. M.Ö. 12. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan yeniçağa Demir Çağı denir. Bu çağı karakterize eden özelliklerin başında “Kavim Göçleri” ve ardından gelen “Karanlık Dönem” yer almaktadır.Kavim Göçleri dönemi arkeolojik bakımdan ispat edilmemiş, ancak çeşitli tarihi belgelerin yorumlanmasından anlaşılan bir durumdur. Mısır belgelerinde Batı Anadolu’dan kalkıp bütün Anadolu’yu, Kıbrıs’ı, Filistin’i yerle bir ederek Mısır kapılarına dayanmış olan insanlara “Deniz Kavimleri” adı verilmiştir. Bu kavimlerin kökeni hakkında hala devam eden tartışmalar bulunmaktadır. Kavimlerin kaynaşmalarına örnek gösterilen başka bir unsur da Troya savaşı sonrası bir kurucu önderin başkanlığında sağa sola dağılan halk gruplarıdır. Ayrıca, Helen anakarasında Muken’lerin yıkılmasına sebep olan kuzeyli Dor kavimlerinden söz edilmektedir. Bu çağda Balkanlardan Anadolu’ya geldikleri var sayılan kavimlerden bir tanesi de Fruglar’dır. Demir çağının başlangıcında kavim kaynaşmalarının meydana gelmiş olması, Karanlık Çağ sonrası ortaya çıkan tamamen farklı nitelikteki yeni halk gruplarından da anlaşılabilir. Kavim istilaları, başladığı gibi sona ermiş, evreleri bölgelere göre değişmekle birlikte en az 200 ila 300 yıllık bir kopukluk yaşanmasına sebep olmuştur. Yine de bu çağın başlangıç yüzyıllarında Anadolu’nun güney ve orta kısımlarında ikinci binyıl geleneklerini sürdüren şehir devletleri ortaya çıkmıştır. Bu şehir devletlerinden bazılarının, Ereğli’deki Tuwana krallığıyla Adana’daki Hiyawa krallığının etki alanı büyük bir olasılıkla Antalya il sınırları içinde kalan toprakların bir bölümüne ulaşıyordu. Bu kapsamda Aspendos kent adının Adana’daki Hiyawa krallığına bağlı General Azatiwataya ile aynı kökenden isimler olmaları anlamlıdır. Azatiwataya aynı zamanda bir kent adıdır ve tam olarak Pamfuliya Helen lehçesinde “Aspendoslu” sözcüğünün karşılığı olan Estvediyus ile eştir.
Bu çağda kentin doğu sınırlarının Ön Asyalı kavimlerle ilişkisi olduğunu gösteren başka bir belge de M.Ö. 8. yüzyıla tarihlenen, Alanya yakınlarındaki Cebel-i Reis Dağında bulunmuş Fenikece bir yazıttır. Fenikece, Eski Anadolu dillerinden olmamakla birlikte, özellikle 9. yüzyıldan itibaren bir diplomasi dili olarak bölgeye girmiştir. Hiyeroglif yazılı kitabelere zaman zaman bu diplomasi dilinin eşlik ettiği görülmektedir, ancak çeşitli Fenike kolonileri Kıbrıs’ta daha etkin bir şekilde faaliyetteydiler.
Tırmiler Kent sınırları içinde belirli bir dil ve arkeoloji vasfıyla tanımlanabilen ilk büyük uygarlık Tırmilere aittir. Teke Yarımadasının hemen hemen tamamına yerleşmişlerdir.
Bunlara ait yüzlerce kaya mezarı, lahit, stel ve dikme anıtlar kentin batı ve kuzeybatı sınırları içine dağılmıştır. Tırmilerin Helenceyle ilgisi olmayan özgün bir yazı ve dilleri vardır. M.Ö. 5. yüzyılın başlangıcından Makedon Aleksander’in gelişine kadar yazılı varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Helenler, bu yerli Anadolu kökeninden gelen insanların yaşadığı bölgeye Lukiya adını vermiştir, ancak Helen kaynakları titizlikle incelendiği zaman “Lukiyalı” sözcüğünden Helenlerin kast edildiği anlaşılacaktır. Herodotos, bunların Girit kökenli olduklarını ve adadan göçtükleri sırada bunlara Termilai dendiğini söylemiştir. Ancak bugün dil ilişkilerinden de çok iyi bildiğimiz üzere Tırmilerin Giritli olabilecekleri görüşü tarihi değildir. Helen tarihçileri doğal olarak memleketin yerel adı hakkında bazı duyumlara sahiplerdi, ancak genel tarihçi yaklaşımları o çağlarda çok rağbet gören, tıpkı Eski Mısırlıların ve Yahudilerin yaptığına benzer bir şekilde kavimlerin soyları ve boylarına yönelik Helenci bir ideoloji içeriyordu. Bu nedenle objektiflikten uzak sayısız halkın kökenini Helenleştirmiş ve Helen soylarına bağlamışlardır. Oysa burada yaşayan yerli halk kendilerine Tırmili, ülkelerine de Trm belgelerinde bu adı mis derlerdi. Persler de bu adı benimsemiş ve kullanmışlardır. Diğer Ön Asya halkları da aynı adlandırma şeklini benimsemişlerdir. Biz Türkçe’de bu yerli insanlara “Lukiyalı” değil, “Tırmili” denmesinin daha doğru ve tarihi bir yaklaşım olduğunu savunuyoruz. Helenistik çağdan itibaren bölge, yoğun ve giderek artan bir şekilde Helen kültürünün etkisi altına girmiş olduğu için Greko-Romen dönemde bölge adı tam olarak Lukiya’ya dönüşmüştü ve bu bölge adından hareketle burada yaşayanlara Lukiyalı denirdi. Ayrıca “Lukiyalı” adı, bir etnik ad değildir, “Lukiya bölgesinden olan kimse” anlamında bir genelleştirme sıfatıdır.
Anadolu’nun ikinci ve birinci binyıl dil ve tarih dinamiklerini yeterince dikkate almayan kimseler Lukia adının, Helenlerden de önceye, Hitit metinlerinde geçen Lukka adına kadar dayandığını düşünürler ve bir aracı gelenek olarak Homeros’tan söz ederler. Öncelikle Homeros, tarihi anlamda bir aracı geleneği temsil etmez. Ayrıca Homeros’un sözünü ettiği Sarpedon ve Bellerophon gibi şahsiyetler ve İlias destanında adı anılan Lukiyalılar yine yerlilerden değil, Helen kökenindendirler. Bunların Anadolu’nun yerli halkı olduğunu ima eden bir tek satır dahi yoktur. Tırmiler, dil özelliklerinden de çok iyi bildiğimiz üzere, Anadolu’nun ikinci binyıl halklarındandırlar. Bunların dili, batı ve güneybatı Anadolu’ya yayılmış olan Luvi’lerin dilinden etkilenmiştir. Kaynaklarda sıkça Luvice’nin bir ardılı gibi gösterilir, ancak bu bütünüyle doğru bir yaklaşım değildir, çünkü Tırmilerin dilinde Luvice’den daha eskilere giden Hint-Avrupa ses özelliklerine rastlanır. Dolayısıyla burada Luvice’yle yakın ilişkileri olan, ancak kökenini Luvice’den almamış bir dil söz konusudur.
Tırmiler, Batı Anadolu’nun Fruglar ve Şfardlar (Sardisli= Ludiyalı) gibi çeşitli halklarının aksine başlangıcından itibaren etkin bir siyasi birlik oluşturmamışlardır. Göçmenlik, paralı askerlik ve sürgünlük bilmezlerdi. Bunlar, sahildeki veya yayladaki yüksek bir tepeye konumlanmış tahkimatlı kentlerde “Kent Beylikleri” düzeninde yaşayan feodal bir toplumdan meydana geliyorlardı. Herodotos’un söylediği, ana yanlı “matriarkal” bir yaşamları olduğu açıklaması, Tırmi dilindeki yazıtlarda doğrulanmış bir konu değildir, ancak Artemis, Leto ve Maliya gibi tanrıçalara ve “yücelmiş ana” temalarına yazıtlarda rastlanır. Tırmi ülkesi, M.Ö. 546-538 yılları arasında Pers kralı Kuros’un generali Harpagos tarafından ele geçirilmiştir. Perslerin bölgeyi ele geçirmesi, tam bir atılım ve canlanma dönemine yol açmıştır. Perslerin çeşitli Anadolu halkları üzerindeki etkisi hep çok olumlu olmuştur. Öncelikle, bu küçük halkların belirli bir siyasal rejim altında yönetilmeleri bunların ekonomik açıdan önünü açmıştır. Gelişmeleri ve kalkınmaları bu döneme rast gelir. Perslerin Anadolu’da oluşturdukları rejim, bir tür Valilik niteliğindeki “Satraplık” lardan oluşuyordu. Çağın en önemli ve en güçlü devleti olan Persler, bu insanların sanatlarını, dillerini ve yazılarını derinden etkilemiştir. Olasılıkla Tırmilerin Helenlerle olan ilişkileri Perslerin gelişinden önceki evrelere kadar gitmesine rağmen, Helenler bu insanlar üzerinde böyle bir itici rol oynamamış, Perslere karşılık olarak bölgede yaşayan sınırlı sayıdaki Helenleri ve Helen dostlarını kollamış ve gözetmişlerdir. Helen kültürü daha o çağda bir dünya kültürü olma yönünde yol kat ettiği için doğal olarak Tırmilerin üzerinde bu kapsamda bir Helen etkisinden de söz edilebilir. Tirmilerin Pers istilasından sonraki siyasi rejimleri hakkında tam bir görüş bildirmek zordur. Persler, genel olarak, ele geçirdikleri ülkedeki siyasal sisteme karışmazlardı, ancak ülkenin veya bölgenin en ileri gelen Bey ve Kralını kendi satraplarına karşı sorumlu tutardı.Genel olarak bölgeyi ele geçiren Harpagos’un soyu tarafından yönetilmiş oldukları söylenmesine karşın, konu tam bir açıklık kazanmamıştır. Bir dönem Lidya’da konumlanmış olan satraplığa bağlı olarak yaşadıkları da bilinmektedir. Tirmilerin M.Ö. 454 yılı civarında Helenlerle Persler arasındaki savaşın bir sonucu olarak kurulan Delos Birliğine katıldıkları görülmektedir. Bu dönemde Ksanthos kökenli bir ailenin zamanla siyasal ağırlık kazandığı ve M.Ö. yaklaşık 450’li yıllardan itibaren etkin olduğu görülmektedir. Tırmi ülkesi 412’de tekrar Perslerin eline geçmiştir. 362 civarında baş gösteren Satrap İsyanları sırasında ülke siyasi ve askeri çekişmelerin içine düşmüş, doğuda Limyra’da (Kumluca) egemenlik kuran Perikle ile batıdaki Kariya satrapı Mausolos arasındaki çekişmelere sahne olmuştur. Çok geçmeden Tırmi ülkesi Karya satraplığına bağlanmıştır. Bu satraplık dönemi M.Ö. 334/3’de Makedon Aleksander’in Pers Seferiyle sona ermiştir. Aleksander’in Anadolu’ya ayak basması istisnasız bütün yerel halkların siyasal ve kültürel sonunu getirmiştir. Aleksander’in komutanlarından Nearkhos’un bir dönem bölgeyi yönettiği söylenmektedir, ancak bu dönem çok kısa sürmüştür, çünkü başka komutanların da bölgeyi idareleri altına aldıklarına dair söylentiler vardır. Bunlardan en etkin olanı 305/4’da Mısır’da krallığını ilan etmiş olan I. Ptolemaios Soter, kısa bir süre sonra Tırmi ülkesinin de dâhil olduğu çeşitli bölgeleri Anadolu’dan topraklarına katmıştır.Bunun izleri, özellikle II. Ptolemaios Philadelphos’un eşi Arsinoe’nin adının bir dönem Patara kentine verilmesinde görülür. Bölgenin belki de en uzun süren barış dönemlerinden bir tanesi de bu evrede görülür. Ancak Helenistik krallar özellikle M.Ö. 2. yüzyılda bir kaynaşma içine düşmüştür. Bunların başında Seleukos krallığı gelir. M.Ö. 222-187 yılları arasında krallık yapmış olan III. Antiokhos, 197’de Patara’ya kadar olan kentlerin bir bölümünü topraklarına katmıştır, ancak 188’de Apamea Antlaşması’yla bölge bu kez de Rodoslu’ların eline geçmiştir. Bu süreç 168’de federatif bir niteliği bulunan Lukiya Birliği’nin kurulmasına kadar devam etmiştir. Bölge, tam olarak bu dönemden itibaren devlet adı olarak resmen “Lukiya” unvanını kullanmaktadır. Artık bölgeyi özgünleştiren halkın yazısı, dili ve sanatı ortadan kalkmış, nüfus ve kültür kısmen Helenleşmiş ve bir bütün olarak Helen etkisine girmiştir.